Mücahit Olmak
Mücahit Olmak |
‘‘Zahir ü bâtında ma ’mûr ol budur devlet sana Ol mücâhid,
girmeyesin tâ ki dûzâh nârına. ”
(Murâdî)
[Mücahit ol ki cehennem ateşine girmeyesin. (Mücahit olmak)
hem içini hem dışını imar etmektir ve bu senin için (en büyük) saadettir.] '
Bir dönem üç kıtaya adalet ve medeniyet götürerek dünyayı
imar eden Osmanlı padişahlarının ilim ve takvaları, tasavvufla İrtibatları,
âşıkâne manzumeleri gösteriyor ki bâtınları da mamurdur.
“Murâdî” mahlaslı III. Murat böyle padişahlardan biri. 1546
ile 1595 arasında 21 yıl süren saltanatında tasavvufî neşveyle Türkçe ve Farsça
şiirler yazıp, bir de divan tertip eylemiş. Osmanlı sultanlarının şiir yazıyor
olmalarından ziyade, bu şiirlerde dile getirdikleri temel ölçü ve
hassasiyetlerimizin altını çizmeleri önemli.
Nitekim yukarıdaki beyitte ahiret saadetini esas alan bir
yaklaşım var. Başka bir şiirinde, “Biz surette padişah görünsek de mana
âleminde değersiz bir dilenciyiz” diyecek kadar tevazu sahibi olan Sultan
Murat, bu
dünyadaki saltanatına, mevkiine, kudret ve İhtişamına rağmen
asıl ahiretteki servet, saadet ve devlete talip olmak gerektiğini söyleyerek
bunun yolunu gösteriyor: Mücahit olmak!
Mücahit, “cihat eden” demektir. Cihat ise, “Allah ve
Rasulü’nün koyduğu ölçüleri hem fert olarak kendi hayatımıza, hem de yakın
çevremizden başlayarak bütün insanlık âleminin hayatına hakim kılmak için bütün
imkânlarımızı kullanarak, bütün zorluklara katlanarak, takatimizin en son
sınırına kadar söz ve fiille gayret etmek”tir.
Aslında dünya hayatımızın ta kendisidir cihat. Kulluk
vazifemizin tamamını kapsamına aldığı, son noktasına kadar güç ve gayret sarf
etmeyi gerektirdiği için tam bir İmtihandır; yani mihnet sebebidir. Fakat Allah
Tealâ’ya imanla O’nu dost edinenler için mücahit olmak
madem kİ hakkıyla kul olmaktır, bu uğurda mihnet de hoştur, külfet de.
Beyitte bu imtihanı geçip ebedî saadete ulaşmamız “hem zahirin,
hem de bâtının imarı” şartına bağlanmış. Zahir ve bâtının İmarı, yani dinimizin
ölçülerine göre tanzim edilip güzelleştirilmesi, cihadın yahut mücahit olmanın
başka bir tarifi. Bu tarif, cihadın İçeride ve dışarıda çift cepheli oluşuna,
aynı anda her iki cephede de yürütülmesi zaruretine vurgu yapıyor.
Böyle mısraların temel ölçülerimize, bu ölçülerin bugün
gözden kaçan ayrıntılarına dikkat çekmekle önem taşıdığını söylemiştik. Mesela
bu beyitte, İster zahirde ister bâtında olsun, cihadın maksadının vurup kırmak,
yakıp yıkmak değil, “imar” olduğu da hatırlatılıyor. Meselenin bu tarafına
işaretle yetinip, biz yine cihadın iki cepheli olması hususiyetine dönelim.
Cihat hakkında kapsam genişliği sebebiyle çeşitli tasnifler
yapılmıştır kaynaklarımızda. Cihadın sadece müslüman olmayanlarla savaşmak
anlamına gelmediği; nefse, şeytana, fasıklara karşı mücahedenin de cihat
olduğu anlatılmıştır. Zahirdeki, yani dışarıdaki düşmanla yapılan cihada “küçük
cihat”, bâtındaki yani içerdeki düşmanla, nefsle, şeytanla yapılan cihada ise
“büyük cihat” denildiği meşhurdur.
Dışarıyı tanzime dönük küçük cihat maddî, insanın iç
dünyasını imara matuf büyük cihat manevîdir. Madde sonlu, mana İse sonsuzdur
bilindiği üzere. Zahirdeki, sonlu madde âlemindeki cihat da sonlu olduğu için
“küçük”; bâtındaki, sonsuz mana âlemindeki cihat İse sonsuz olduğu için
“büyük”tür. Nefs gibi, şeytan gibi, görünmeyen, hilesi çok, en azılı
düşmanlarla savaşmanın zorluğu da büyük cihadı önemli ve öncelikli
kılmaktadır.
Bu sebeplerledir ki tasavvufta daha ziyade “müca- hede”
kavramıyla karşılanan cihat, “nefs-l emmare- yi yenme çabası” olarak anlaşılır.
Bu anlayışı Efendimiz s.a.v.’in, “Mücahit, nefsiyle cihat edendir."
tarifi belirlemiştir. Fakat büyük cihadın böylelikle öncelenme- si, küçük
cihadın ihmal edileceği, erteleneceği anlamına gelmez. Küçük cihat, küçük
görülen, önemsenme
yen bir cihat değildir. Büyük cihada nispetle böyle denilmiştir.
Yoksa hangi cephede olursa olsun cihadın küçümsenecek bir tarafı yoktur.
Bir strateji tayini için yapılan büyük-küçük cihat tasnifi,
birbirinden tamamen farklı iki cihat çeşidi varmış da, bunlardan sadece birisi
için gayret sarf etmek gerekirmiş gibi bir kanaatin oluşmasına yol açıyor çok
zaman. Oysa küçük cihat, büyük cihadın neticesidir. Büyük cihat olmadan küçük
cihat olmaz. Büyük cihat varsa bunun tabii bir tezahürü olarak küçük cihat
davardır.
Büyük cihat iddiası güden bir insan zahirini tanzimde kusur
işliyor, çevresini İmar etmiyor, dış dünyayı güzelleştirme gayreti
göstermiyorsa, büyük cihadı layıkıy- la yapamıyor demektir. Büyük cihadı ihmal
ederek küçük cihada yönelmek ise bir riya, kibir veya öfke ifadesi olabilir
belki. Böyle çabalar, neticesi ne kadar göz alıcı olursa olsun, imara değil
yıkıma vesiledir. Bugün küçük cihat iddiasıyla yürütülen kavga ve çatışmaların,
bütün haklılığına rağmen hiçbirimizin İçine sinmeyen bazı yöntemlerle malûl
olması, büyük cihadın ih- malindendir.
Şöyle de diyebiliriz: Bir insanın zahirinin mamur olması,
onun bâtının da mamur olduğu manasına gelmeyebilir. Amma bâtınını mamur
eylemişse, bunun bir yansıması olarak o kişinin zâhiri de mutlaka mamur olur.
Böyle değilse eğer, iç dünyasının tanziminde, gönlünün
imarında, nefsiyle mücahedeslnde bir zaafl- yet var demektir. Bizim
medeniyetimizin kurucularının Maveraünnehlr’den kopup gelen tasavvuf erleri
olduğunu hatırlayalım. Geçmişte zenaatler mutlaka bir pîrln denetim ve
terbiyesinde gelişmiş, büyük sanatkârlar hep bir dergâh talimiyle yetişmiştir.
Tasavvuf yoluna girmek kin, nefret, haset, enaniyet, gurur,
kibir, tembellik, kabalık., gibi nefsin bütün kötülüklerine cihat İlan
etmektir. Tasavvuf yoluna girmek mücahit olma kararlılığını pratiğe
aktarmaktır. Ancak bu mücahedeyl azimle sürdürenlerdir ki bulundukları her yeri
kalpleri gibi bir hane-l saadete çevirebilir, hem içlerini hem dışlarını mamur
edebilirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder