Hizmet Adabı
Hizmet Adabı |
“Hizmet için gittiğiniz yerlerden kat’i surette bir çorap dahi almayınız. Aldığınız takdirde sevabını peşin almış olursunuz. O zaman, bir daha bize gelemezsiniz. Allah’a ve halka hizmette, ahiret sevabından başka bir talebiniz olmasın. Sâdâtlar sizin suretinize girip halkı irşad ederler. Sakın, halkta meydana gelen inkişafı kendinizden bilmeyin. Kendinizden bilirseniz o an tarikattan /mânevi tasarruftan düşersiniz. Yoksa hakikatte hidayet Allah’ındır.”
“Şuna şöyle dedim, önceki hali böyleydi, ben olmasaydım, siz onun halini görseydiniz…’ gibi tebliğde bulunmayın. Böyle yapanın akıbeti kötü olur. Öyle diyenin kendisi tarikattan merdud olur. Muasır aynı devirde yaşayan diğer meşayihin alimlerin-tasavvuf büyüklerinin de şerefini koruyunuz. Din büyüklerine dil uzatmayın. Halkın övmesini de, sövmesini de önemsemeyin. İşiniz halk değil, Hak Teala olsun.”
Hâce Ubeydullah Hz.(ks) müridlerine şöyle dedi:
“Sizlerde bir nispet hasıl olduğu zaman nasıl olursa olsun o nispeti şeyhinize ve Sâdât-ı Nakşibendiyye’ye verin. Onların nispeti ve himmeti deyin.”
Kutbüddin Haydar Hz. adında bir şeyhin sofisi, Şeyh Şehabettin es-Sühreverdi Hz.’nin (ks) ziyaretine gitmişti. Orada karnı acıktı. Yüzünü kendi şeyhinin tarafına dönerek, “Ya Kutbüddin Haydar, Allah’ın hatırı için bana yarım et, acıktım.” dedi. Bu durumu Şeyh Şehabeddin es-Sühreverdi Hz.(ks) mânen bildi. Sofinin biriyle ona yemek gönderdi. Acıkan sofi de karnını doyurdu. Sonra yüzünü yine kendi şeyhi Kutbüddin Hz.’ne doğru döndürdü: “Efendim, Allah sizden razı olsun. Sayenizde Allah Teala bana ikram etti” dedi. Bunu da yanındaki yemeği getiren sofi işitti ve kızdı. “Bizim şeyhin yemeğini yedi de döndü kendi şeyhine teşekkür ediyor!” diye düşündü. Şeyhine gidip olanları anlattı. Şeyhi ona şu karşılığı verdi: “Gördün mü oğlum, bu sofiden müridlik öğren. Mürid her himmeti, şeyhinden bilmezse kemalat elde edemez.”
Gavs-ı Bilvanisî Hz.(ks) buyurdu: “Başka şeyhlerin müridleri yanında oturduğunuz zaman onların şeyhlerini methedin. Dikkat edin, onlar da Şah-ı Hazne’ye münkir olmasınlar.”
Şu halde, nerede sohbet edersek edelim, kim hangi şeyhe bağlıysa, onları edeple ve hürmetle yad etmek icab eder. Hep kendi şeyhini methedip, onları zelil düşürürsen hiç kimse bu yoldan istifade edemez ve perde olmuş olursun. Yine Gavs-ı Bilvanisî Hz.(ks) buyurdu:”Edepli olun! Sofi ve vekiller de edebe çok dikkat etsinler.”
Bu yolda âdâb bozulursa mânevi nisbet/tasarruf kesilir. Bu büyüklerin yolu baştan sona âdâb, edep, kâmil mürşide teslimiyet, Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz’e ve Yüce Allah’ın hakkına hukukuna riayettir.
Dervişlik zordur…Haddi, hukuku bilmek lazımdır. Haddi, hukuku bilmeyenin dervişliği yalancılıktır. Mademki senin Peygamberin, senin Mürşidin merhamet sahibidir. Sende merhametli olup adaveti bırakmalısın. Mademki şeyhimiz “Hâdimü’l-müslimin/müslümanların hizmetçisi” vekillik görevi verdiklerine imza atıyor, o zaman sofi ile vekil ne demek oluyor? Hizmetçilerin de hizmetçisi…Hademelerin de hademesi…
Sofi mürşidini güzel örnek olarak kabul etmelidir. Ona benzemeye çalışmalıdır. “Ben şeyhin yirmi otuz senelik müridiyim” diyenler, yirmi otuz senede şeyhin güzel ahlakının ne kadarını aldı? Sabır mı öğrendi, şükür mü? Hizmeti mi öğrendi, tevazuyu mu? Kendini şeyhine ne kadar benzetebildi? Mademki mürşidinde Peygamber hasleti/ahlakı var, vekilde de sofide de bu haslet olmalıdır. Eğer sende Peygamberlerin hasleti tahakkuk etmiyorsa nefsinin ve şeytanın ahlakı baskın demektir. Çünkü Peygamberlerin en temel özelliği beşeriyet için numunedir. Mevlana Hz.’nin buyurduğu gibi:
“Mum, odun ateşe feda olunca ışık verir, nura dönüşür. Sürme taşı göze sürülünce gözde görme kuvveti artar. Bir kamilin eteğine yapışan da, kendinden kurtulup bir zindenin vücuduna ittisal edince/tutununca, o kimse onun gibi olur.”
Mum yandı, odun yandı, nur oldu. Sürme taşı, taşken göze çekildi, basiret gözü açıldı. Akan sel denize katıldı, derya oldu. Yağmur gökten indi, tarlaya girdi, patlıcan, biber oldu. Sen de gökten inen yağmur gibisin. Patlıcan, biber olmaya bak. Dikenli faydasız bir nebat olma. Ölü ile oturan dirinin de vay haline ki kendisinden dirilik zail olur, ölülerin haline geçer.
Seyr-i sülükte bulunanlar ya talib yada matlub olur. Talib olanlar henüz sülüke başlayanlardır. Matlub olanlar ise sülukunu bitirmiş sofiler/velilerdir. Sâlik, mânevi hastalıklardan kurtulmadan fena ve beka mertebesine çıkamaz. Hastanede yedi sene yatanın hastalığı geçmemişse, taburcu olamayacağı gibi, “Bu yedi sene kalmış, taburcu edelim” demezler. Hastayı şifa bulunca hastaneden çıkarırlar. Sen, “Ben otuz senelik sofiyim!” dersen, bu yolda seni taburcu etmezler. Çünkü nefsin bağırıp durur. Büyüklenmekle sofilik, velilik olmaz. Sofilik seneyle olmaz, sineyle olur.
Mehmet ILDIRAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder