Netkale Paylaşım Blogu guncel konular saglik ve daha fazlası...

Son Dakika

Post Top Ad

Your Ad Spot

18 Ekim 2014 Cumartesi

Hindistan ve İnanç Sistemi


Hindistan ve İnanç Sistemi

Gandhi
Gandhi

İngilizlerin Hindistan’daki din politikası, başından beri mücadele bilincine sahip müslümanlara karşı hinduları desteklemek olmuştur. Üst kastlara mensup hindular da müslümanların etkisinin kırılması açısından İngilizlerle işbirliğini tercih etmiş ve özellikle 1793’te çıkan toprak kanunu uygulaması çerçevesinde müslümanlara ait araziler üst kastlara mensup hindulara dağıtılmıştır.
indistan’da binlerce yıldır devam eden kast sistemi, insanlık tarihinin kaydettiği en kötü düzenlerden biridir. Kuzeyden gelip Himalayaları aşarak Hindistan’a egemen olan ve burada kast sistemini inşa ettikleri kabul edilen Aryanlar, Alman ırkçılığının diline doladığı üstün ırk masalının kahramanları olan Arî ırk mensupları olarak kabul edilir.

Kast sistemi ya da din kılıfında zulüm

Kast sistemi hindu inancının temel esaslarından biridir ve bu inancın en tepesindeki rahipler ve onlarla işbirliği içindeki soylular tarafından zorbalığın din kılıfına sokulmuş şeklidir. Bu sistemi kurgulayanlar dört ana kast tespit etmişlerdir. Buna göre her doğan çocuk gözlerini ana-babasının kastına, yani onun sosyal ve meslek sınıfına mensup olarak açar ve bunu asla değiştiremez.
Rahipler -ki bu sistemi kurgulayanların soyundan geldiklerinde hiç şüphe yoktur- en üst kastı oluştururlar. Soylular sınıfı da hayatından memnundur ve bunların vazifesi savaşmaktır. Üçüncü kastı tüccarlar ve dördüncüsünü de çiftçiler oluştururlar. Din adamı, savaşçı, tüccar ve çiftçi...
İlk bakışta o kadar da zalimane bir tabloymuş gibi durmuyor. Ne var ki tabloda hâlâ bir eksiklik var. Bu düzeni, saydığımız bu kastlar için esas eğlenceli kılan şey hiçbir kasta dahil olmayan ve kendilerine “dokunulmazlar” denilen yığınlardır. Bunlara “dokunulmazlar” denilmesinin sebebi mazlum olmalarından dolayı kendilerine ilişilmemesini öğütleyen merhamet dolu bir düşünce değildir elbette. Bunlar dokunulmazdır, zira aşağılık varlıklardır. Pek çok hayvanı kutsal kabul eden Hinduizm dininden bahsettiğimize göre hayvanlardan daha aşağılık kabul edildiklerini söylemeye gerek yok.
Hayata gözlerini “dokunulmaz” bir ailenin çocuğu
olarak açanlar, son nefeslerini verinceye kadar artık bu kafesten kurtulamayacaklardır. Diğer kast mensuplarının her türlü işini görmeye, onların her türlü hakaret ve zulmüne katlanmaya mecburlardır. Bunlarla aynı sofraya oturulmaz, kullandıkları kap kullanılmaz ve fiziksel temasta bulunulmaz.
Zaman içerisinde “dokunulmazlar” sınıfı da kendi içerisinde ayrışmıştır. Mesela bir çamaşırcının çocuğu da dünyaya ister istemez bir çamaşırcı olarak gelir. Rahiplerin onların kulağına fısıldadığı tek ümit, her şeye katlandıkları taktirde bir dahaki hayatlarında dünyaya kast mensubu olarak gelebilecekleri yalanıdır.
Bu kâbusla baş edebilmek için kendilerinde hiçbir maddi ve manevi güç bulamayan zavallı insanlar, İslâm’ın ışığı Hindistan’ı aydınlatmaya başladığı andan itibaren artık özgürlüğün o muhteşem kokusunu da almaya başlamışlardı. Dokunulmazlar akın akın İslâm’a koşarken, rahipler bu avuçlarından kayıp giden kalabalıkların ardından ancak parmaklarını ısırmakla yetinmek zorundaydılar. Aksi halde Babür İslâm Devleti’nin kılıcı enselerine inebilirdi. Böylece bugünkü Pakistan ve Bangladeş halkıyla, Hindistan’da yaşayan yüz elli milyon müslümanın ataları binlerce yıllık zincirleri kırdılar. İmandan nasibi olmayan pek çoğu ise Budizm ve Sihizm gibi Hinduizm’den kopan ve kastları reddeden versiyonlarda karar kıldılar.
Bugün Hindistan’ın siyasal rejimi cumhuriyettir ve kast sistemi de anayasa tarafından ortadan kaldırılmıştır. Hatta Hindistan için pek çok zaman nüfusuna atfen “dünyanın en büyük demokrasisi” denir. Ama gerçekte durum hiç de böyle değildir. Kast sistemi Hindistan’da hâlâ yaygın bir şekilde uygulanmakta ve milyonlarca “dokunulmaz” kast mensuplarının işlerine koşulmaktadır.
Bu durumun ne kadar gerçek olduğunu merak edenler youtube.com sitesinden “untouchables” veya “dalits” kelimelerini arattırabilir ve bugün Hindistan’ıngüçlendirmeliydiler ?
Kast sistemi ve Gandi
Peki bu durumla Hindistan bağımsızlık tarihinin en popüler siması olan Gandi’nln o barış güvercini edalarını nasıl bağdaştıracağız, insan Gandi'nin halini görünce sorması gereken tüm soruları da unutuveriyor. Elinde asasıyla ve o asadan farksız vücuduyla halkı için kendisini helak eden bir ruh savaşçısı için böyle sorular sormak hiç yakışık alır mı? Ama o da bir hindu değil miydi? Madem ki öyleydi şu kast denilen ilkelliği kafasında nereye oturtmuştu?
Bu konuda bize yardımı dokunacak bir açıklama, bağımsızlık sonrasının adalet bakanlarından Ambedkar’dan geliyor. Ambedkar bir dokunulmaz olarak doğmuş, ancak daha sonra Budizm’e geçmişti. Şöyle diyordu: “Kast sisteminin dokunulmazlara çektirdiği acıların tamamı Gandiizm’de aynen muhafaza edilmiştir.”
Gandi’nin imajının bu konuda yanıltıcı olabileceğine dair önemli işaretler bu açıklamayla geliyor. Mantıklı olan da bu değil mi? Hinduizme inanmış bir adamın insanlığa sunabileceği şeylerin ancak bir Hinduizm mensubunun sunabileceğinden ibaret olduğunu hatırlayıverlyoruz. Üstelik o, kast sisteminin en tepesindeki bir hindu olarak doğdu ve öyle de öldü. Hinduizm’e gerçekte ne kadar bağlıydı bilinmez ama kendisi bağlı olduğunu söylüyordu. Bir keresinde kastlar arasındaki aşılmaz duvarlardan kendisine sual edildiğinde ilginç bir cevap vermişti:
“Eğer aynı sofraya oturmak, aynı kabı kullanmak, istediğin insanla evlenmek barış getiriyorsa neden AvrupalIlar dünyayı kana boğmuştu?”
Kast sisteminin yanlış anlaşıldığından ve yanlış uygulandığından şikayet ediyordu. Binlerce kastın türemesinden rahatsızdı ve işin özüne dönülmesini istiyordu. İşin özü dediği şey ise dört ana kastı esas alan uygulamaydı. Bunu söylediğinde karşısındaki muhabir şöyle demişti: “İyi ama bu binlerce kast zaten temelde bu dört kasttan zuhur etmedi mi?”
Gandi dokunulmazlara şefkat gösteriyordu. İşin gerçeği şuydu ki dokunulmazlara verilmesi gereken şey şefkat değil adaletti. Bir zamanlar Avrupa’da din adamlarının adalet yerine cennetin anahtarını vermeyi daha ekonomik bulmaları gibi. Anayasada dokunulmazlık resmen kaldırıldı ama kast sistemi herkesin içine işlemişti.
Hindulara İngiliz desteği
Geçmişten günümüze Hinduizm ve kast sistemi anlayışı böyle. Görüldüğü gibi değişen pek bir şey yok. Ancak yürek acıtanı ülkeye adaleti getiren müslümanların zamanla yönetim erkini tamamen kaybetmiş olması.
İşin ilginç yanı üst kastlara mensup hinduların sömürge döneminde İngilizlerle işbirliği yapmak için birbirlerini çiğnemelerine karşın, sonuçta bağımsızlığın bir Hindu liderin yürüttüğü hareketle kazanılmış olmasıdır.
İngilizlerin Hindistan’daki din politikası başından beri mücadele bilincine sahip müslümanlara karşı hinduları desteklemek olmuştur. Üst kastlara mensup hindular da müslümanların etkisinin kırılması açısından İngilizlerle işbirliğini tercih etmiş ve özellikle 1793’te çıkan toprak kanunu uygulaması çerçevesinde müslümanlara ait araziler üst kastlara mensup hindulara dağıtılmıştır.
İngilizlerin müslümanlara yaklaşımını gösteren en çarpıcı örneklerden biri de Bengal bölgesindeki memuriyetlerin dağılımıdır. Bölgede müslümanların nüfus oranı % 90 iken memuriyetlerin ancak % 4‘ü
müslümanlara verilmişti. Buna karşın hinduların payı % 30’du ve kalanı da ingiiizlere aitti. Bu tabloda nüfuslar karşılaştırıldığında hinduların müslümanlara karşı 50 kat daha fazla memuriyete sahip oldukları görülmektedir.

Müslümanları aradan çıkartınca

İngiliz-Hindu işbirliğinin mantığı son derece açıktı. İngilizler Hlnduları destekliyordu, çünkü direnmiyorlardı. Müslümanları eziyorlardı, çünkü direniyorlardı. Hindular ise dokunulmazlarla bir tuttukları müslümanları zaten sevmiyordu. İngilizleri de sevmeyebilirlerdi ama silah ve güce karşı zaafları vardı. Üstelik önce müslümanları aradan çıkarmak daha mantıklıydı.
Bu üçlü münasebeti H.T. Lambrick kısaca şöyle ifade ediyor: “Müslümanlara Britanya ve hıristiyanlığın tabii düşmanı olarak bakılmaktaydı.”
Hindistan’ın İngiliz Sömürge İmparatorluğumun bir parçası yapılmak istendiği andan itibaren direnişin merkezinde daima müslümanlar olmuştur. Özellikle imam-ı Rabbani hazretlerinin mücadeleci fikirlerini miras alan Nakşibendî halifeleri bu direniş hareketlerini desteklemiş ve çoğu zaman da bizzat organize etmişlerdi.
Ama bu hareketler karşılarında sadece İngiliz ve hinduları bulmamış, işgal kuvvetlerinin hayranı kimi müslüman din adamlarının muhalefetiyle de karşılaşmışlardı, ingllizler’in İbadet serbestisl tanıdığına, bu yüzden onlarla mücadele etmenin isyan sayılacağına dair fetvalar müslümanların kafalarını allak bullak ediyordu.
Bu din adamlarının akılları, Yunan'a karşı mücadele etmeyi isyan sayan fetvaları İngiliz uçakları tarafından Anadolu halkına atılan, bu yüzden de din karşıtlarına bir malzeme ziyafeti çeken bizimkilerinkiyle ne kadar da uyuşuyor! Yine Çeçen direnişini dünyaya, özellikle de müslüman kamuoyuna Vahhabî hareketi olarak göstermeye çalışan Rus manevrası, İngilizler tarafından daha 19. yüzyılın İkinci yarısında Hindistan’da denenmişti.

Zayıf halkayı seçmek

Böylece mücadelenin yükünü uzun zaman müslümanlar çekmesine rağmen ülkeyi bağımsızlığa kavuşturma ödülünün neden Gandi’ye ve dolayısıyla hindulara kaldığının cevabı da kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Doğrudan sömürge uygulamasının ekonomik olmaktan çıkıp yeni sömürü tekniklerinin devreye sokulduğu bir dönemde, resmen çekildikleri bir ülkede giderayak kimi güçlendirmeliydiler? En zor anlarında bile İnançlarından aldıkları kuvvetle zulme meydan okuma fikrinden asla vazgeçmeyen ve dünyaya söyleyecek çok fazla sözü olan müslümanları mı, yoksa yeryüzünün dört bir yanını gezip ışıktan, aydınlıktan dem vurarak Hinduizmin mistik safsatalarını paraya tahvil eden dolandırıcılar dışında insanoğluna verebilecek hiçbir şeyi olmayan putperest hinduları mı?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Post Top Ad

Your Ad Spot

Sayfalar