Hindistan ve İnanç Sistemi
Gandhi |
İngilizlerin Hindistan’daki din politikası, başından beri
mücadele bilincine sahip müslümanlara karşı hinduları desteklemek olmuştur. Üst
kastlara mensup hindular da müslümanların etkisinin kırılması açısından
İngilizlerle işbirliğini tercih etmiş ve özellikle 1793’te çıkan toprak kanunu
uygulaması çerçevesinde müslümanlara ait araziler üst kastlara mensup hindulara
dağıtılmıştır.
indistan’da binlerce yıldır devam eden kast sistemi,
insanlık tarihinin kaydettiği en kötü düzenlerden biridir. Kuzeyden gelip
Himalayaları aşarak Hindistan’a egemen olan ve burada kast sistemini inşa
ettikleri kabul edilen Aryanlar, Alman ırkçılığının diline doladığı üstün ırk
masalının kahramanları olan Arî ırk mensupları olarak kabul edilir.
Kast sistemi ya da din kılıfında zulüm
Kast sistemi hindu inancının temel esaslarından biridir ve
bu inancın en tepesindeki rahipler ve onlarla işbirliği içindeki soylular
tarafından zorbalığın din kılıfına sokulmuş şeklidir. Bu sistemi kurgulayanlar
dört ana kast tespit etmişlerdir. Buna göre her doğan çocuk gözlerini
ana-babasının kastına, yani onun sosyal ve meslek sınıfına mensup olarak açar
ve bunu asla değiştiremez.
Rahipler -ki bu sistemi kurgulayanların soyundan
geldiklerinde hiç şüphe yoktur- en üst kastı oluştururlar. Soylular sınıfı da
hayatından memnundur ve bunların vazifesi savaşmaktır. Üçüncü kastı tüccarlar ve
dördüncüsünü de çiftçiler oluştururlar. Din adamı, savaşçı, tüccar ve çiftçi...
İlk bakışta o kadar da zalimane bir tabloymuş gibi durmuyor.
Ne var ki tabloda hâlâ bir eksiklik var. Bu düzeni, saydığımız bu kastlar için
esas eğlenceli kılan şey hiçbir kasta dahil olmayan ve kendilerine
“dokunulmazlar” denilen yığınlardır. Bunlara “dokunulmazlar” denilmesinin
sebebi mazlum olmalarından dolayı kendilerine ilişilmemesini öğütleyen merhamet
dolu bir düşünce değildir elbette. Bunlar dokunulmazdır, zira aşağılık varlıklardır.
Pek çok hayvanı kutsal kabul eden Hinduizm dininden bahsettiğimize göre
hayvanlardan daha aşağılık kabul edildiklerini söylemeye gerek yok.
Hayata gözlerini “dokunulmaz” bir ailenin çocuğu
olarak açanlar, son nefeslerini verinceye kadar artık bu
kafesten kurtulamayacaklardır. Diğer kast mensuplarının her türlü işini
görmeye, onların her türlü hakaret ve zulmüne katlanmaya mecburlardır. Bunlarla
aynı sofraya oturulmaz, kullandıkları kap kullanılmaz ve fiziksel temasta
bulunulmaz.
Zaman içerisinde “dokunulmazlar” sınıfı da kendi içerisinde
ayrışmıştır. Mesela bir çamaşırcının çocuğu da dünyaya ister istemez bir
çamaşırcı olarak gelir. Rahiplerin onların kulağına fısıldadığı tek ümit, her
şeye katlandıkları taktirde bir dahaki hayatlarında dünyaya kast mensubu olarak
gelebilecekleri yalanıdır.
Bu kâbusla baş edebilmek için kendilerinde hiçbir maddi ve
manevi güç bulamayan zavallı insanlar, İslâm’ın ışığı Hindistan’ı aydınlatmaya
başladığı andan itibaren artık özgürlüğün o muhteşem kokusunu da almaya
başlamışlardı. Dokunulmazlar akın akın İslâm’a koşarken, rahipler bu
avuçlarından kayıp giden kalabalıkların ardından ancak parmaklarını ısırmakla
yetinmek zorundaydılar. Aksi halde Babür İslâm Devleti’nin kılıcı enselerine
inebilirdi. Böylece bugünkü Pakistan ve Bangladeş halkıyla, Hindistan’da
yaşayan yüz elli milyon müslümanın ataları binlerce yıllık zincirleri kırdılar.
İmandan nasibi olmayan pek çoğu ise Budizm ve Sihizm gibi Hinduizm’den kopan ve
kastları reddeden versiyonlarda karar kıldılar.
Bugün Hindistan’ın siyasal rejimi cumhuriyettir ve kast
sistemi de anayasa tarafından ortadan kaldırılmıştır. Hatta Hindistan için pek
çok zaman nüfusuna atfen “dünyanın en büyük demokrasisi” denir. Ama gerçekte
durum hiç de böyle değildir. Kast sistemi Hindistan’da hâlâ yaygın bir şekilde
uygulanmakta ve milyonlarca “dokunulmaz” kast mensuplarının işlerine
koşulmaktadır.
Bu durumun ne kadar gerçek olduğunu merak edenler youtube.com
sitesinden “untouchables” veya “dalits” kelimelerini arattırabilir ve bugün
Hindistan’ıngüçlendirmeliydiler ?
Kast sistemi ve Gandi
Peki bu durumla Hindistan bağımsızlık tarihinin en popüler
siması olan Gandi’nln o barış güvercini edalarını nasıl bağdaştıracağız, insan
Gandi'nin halini görünce sorması gereken tüm soruları da unutuveriyor. Elinde
asasıyla ve o asadan farksız vücuduyla halkı için kendisini helak eden bir ruh
savaşçısı için böyle sorular sormak hiç yakışık alır mı? Ama o da bir hindu
değil miydi? Madem ki öyleydi şu kast denilen ilkelliği kafasında nereye
oturtmuştu?
Bu konuda bize yardımı dokunacak bir açıklama, bağımsızlık
sonrasının adalet bakanlarından Ambedkar’dan geliyor. Ambedkar bir dokunulmaz
olarak doğmuş, ancak daha sonra Budizm’e geçmişti. Şöyle diyordu: “Kast
sisteminin dokunulmazlara çektirdiği acıların tamamı Gandiizm’de aynen muhafaza
edilmiştir.”
Gandi’nin imajının bu konuda yanıltıcı olabileceğine dair
önemli işaretler bu açıklamayla geliyor. Mantıklı olan da bu değil mi?
Hinduizme inanmış bir adamın insanlığa sunabileceği şeylerin ancak bir Hinduizm
mensubunun sunabileceğinden ibaret olduğunu hatırlayıverlyoruz. Üstelik o, kast
sisteminin en tepesindeki bir hindu olarak doğdu ve öyle de öldü. Hinduizm’e
gerçekte ne kadar bağlıydı bilinmez ama kendisi bağlı olduğunu söylüyordu. Bir
keresinde kastlar arasındaki aşılmaz duvarlardan kendisine sual edildiğinde
ilginç bir cevap vermişti:
“Eğer aynı sofraya oturmak, aynı kabı kullanmak, istediğin
insanla evlenmek barış getiriyorsa neden AvrupalIlar dünyayı kana boğmuştu?”
Kast sisteminin yanlış anlaşıldığından ve yanlış uygulandığından
şikayet ediyordu. Binlerce kastın türemesinden rahatsızdı ve işin özüne
dönülmesini istiyordu. İşin özü dediği şey ise dört ana kastı esas alan
uygulamaydı. Bunu söylediğinde karşısındaki muhabir şöyle demişti: “İyi ama bu
binlerce kast zaten temelde bu dört kasttan zuhur etmedi mi?”
Gandi dokunulmazlara şefkat gösteriyordu. İşin gerçeği şuydu
ki dokunulmazlara verilmesi gereken şey şefkat değil adaletti. Bir zamanlar
Avrupa’da din adamlarının adalet yerine cennetin anahtarını vermeyi daha ekonomik
bulmaları gibi. Anayasada dokunulmazlık resmen kaldırıldı ama kast sistemi
herkesin içine işlemişti.
Hindulara İngiliz desteği
Geçmişten günümüze Hinduizm ve kast sistemi anlayışı böyle.
Görüldüğü gibi değişen pek bir şey yok. Ancak yürek acıtanı ülkeye adaleti
getiren müslümanların zamanla yönetim erkini tamamen kaybetmiş olması.
İşin ilginç yanı üst kastlara mensup hinduların sömürge
döneminde İngilizlerle işbirliği yapmak için birbirlerini çiğnemelerine karşın,
sonuçta bağımsızlığın bir Hindu liderin yürüttüğü hareketle kazanılmış
olmasıdır.
İngilizlerin Hindistan’daki din politikası başından beri
mücadele bilincine sahip müslümanlara karşı hinduları desteklemek olmuştur. Üst
kastlara mensup hindular da müslümanların etkisinin kırılması açısından İngilizlerle
işbirliğini tercih etmiş ve özellikle 1793’te çıkan toprak kanunu uygulaması
çerçevesinde müslümanlara ait araziler üst kastlara mensup hindulara
dağıtılmıştır.
İngilizlerin müslümanlara yaklaşımını gösteren en çarpıcı
örneklerden biri de Bengal bölgesindeki memuriyetlerin dağılımıdır. Bölgede
müslümanların nüfus oranı % 90 iken memuriyetlerin ancak % 4‘ü
müslümanlara verilmişti. Buna karşın hinduların payı % 30’du
ve kalanı da ingiiizlere aitti. Bu tabloda nüfuslar karşılaştırıldığında
hinduların müslümanlara karşı 50 kat daha fazla memuriyete sahip oldukları
görülmektedir.
Müslümanları aradan çıkartınca
İngiliz-Hindu işbirliğinin mantığı son derece açıktı.
İngilizler Hlnduları destekliyordu, çünkü direnmiyorlardı. Müslümanları
eziyorlardı, çünkü direniyorlardı. Hindular ise dokunulmazlarla bir tuttukları
müslümanları zaten sevmiyordu. İngilizleri de sevmeyebilirlerdi ama silah ve
güce karşı zaafları vardı. Üstelik önce müslümanları aradan çıkarmak daha
mantıklıydı.
Bu üçlü münasebeti H.T. Lambrick kısaca şöyle ifade ediyor:
“Müslümanlara Britanya ve hıristiyanlığın tabii düşmanı olarak bakılmaktaydı.”
Hindistan’ın İngiliz Sömürge İmparatorluğumun bir parçası
yapılmak istendiği andan itibaren direnişin merkezinde daima müslümanlar
olmuştur. Özellikle imam-ı Rabbani hazretlerinin mücadeleci fikirlerini miras
alan Nakşibendî halifeleri bu direniş hareketlerini desteklemiş ve çoğu zaman
da bizzat organize etmişlerdi.
Ama bu hareketler karşılarında sadece İngiliz ve hinduları
bulmamış, işgal kuvvetlerinin hayranı kimi müslüman din adamlarının
muhalefetiyle de karşılaşmışlardı, ingllizler’in İbadet serbestisl tanıdığına,
bu yüzden onlarla mücadele etmenin isyan sayılacağına dair fetvalar
müslümanların kafalarını allak bullak ediyordu.
Bu din adamlarının akılları, Yunan'a karşı mücadele etmeyi
isyan sayan fetvaları İngiliz uçakları tarafından Anadolu halkına atılan, bu
yüzden de din karşıtlarına bir malzeme ziyafeti çeken bizimkilerinkiyle ne
kadar da uyuşuyor! Yine Çeçen direnişini dünyaya, özellikle de müslüman
kamuoyuna Vahhabî hareketi olarak göstermeye çalışan Rus manevrası, İngilizler
tarafından daha 19. yüzyılın İkinci yarısında Hindistan’da denenmişti.
Zayıf halkayı seçmek
Böylece mücadelenin yükünü uzun zaman müslümanlar çekmesine
rağmen ülkeyi bağımsızlığa kavuşturma ödülünün neden Gandi’ye ve dolayısıyla
hindulara kaldığının cevabı da kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Doğrudan sömürge uygulamasının ekonomik olmaktan çıkıp yeni
sömürü tekniklerinin devreye sokulduğu bir dönemde, resmen çekildikleri bir
ülkede giderayak kimi güçlendirmeliydiler? En zor anlarında bile İnançlarından
aldıkları kuvvetle zulme meydan okuma fikrinden asla vazgeçmeyen ve dünyaya
söyleyecek çok fazla sözü olan müslümanları mı, yoksa yeryüzünün dört bir
yanını gezip ışıktan, aydınlıktan dem vurarak Hinduizmin mistik safsatalarını
paraya tahvil eden dolandırıcılar dışında insanoğluna verebilecek hiçbir şeyi olmayan
putperest hinduları mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder