Netkale Paylaşım Blogu guncel konular saglik ve daha fazlası...

Son Dakika

Post Top Ad

Your Ad Spot

18 Ekim 2014 Cumartesi

Mübarek Erol ( Kendini Bilmek )


Mübarek Erol ( Kendini Bilmek )

Mübarek Erol

Mübarek Erol


Her Güzellik Kendini Bilmekle Başlar


İnsanın eksiğini, hatasını bilmesi kadar güzel şey yoktur. Yaratılmış olan eksiksiz olmaz. Ay-
rıca eksik olduğumuzu bilmek, bu şuurla ha­reket etmek, mahrum olmak demek değil­dir. Asıl mahrumiyet Hakk’a teslim olmayış­tır. Teslim olan kişi ise hayrı Hak’tan kötülüğü de ken­dinden bilir. Bu kişi hata yapsa bile sonunda tevbesl kabul edilir.
Yüce Mevlâ Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur:
“Sana bir iyilik gelirse Allah’tan, kötülük gelirse ken- dindendir. ” (Nisa, 79)
insanın suçu kendi nefsinden bilmesi kulluk edebin­dir. Yeter ki tevbe edip af dilemeyi bilsin, Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:
“Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleri için geceleyin elini açar. Gece günah işleyenlerin tevbe et­meleri için de gündüz elini açar. Bu durum güneşin bat­tığı yerden doğmasına kadar devam eder. ” (Müslim)
Suçu Allah’a isnat eden affa layık olmaz, rahme­te kavuşamaz. Hz. Adem a.s, İle İblis’in durumları bu­nun en güzel misalidir. Her ikisi de günah işlediler, Hz. Adem a.s. cennetten uzak düştü, hasret çekti. Fakat af diledi, Allah’ın mağfiretine mazhar oldu, iblis ise isya­nına devam etti, suçu Allah’a yüklemeye kalkıştı, Böy- lece hatayı kendisinin yaptığını kabul etmedi. Sonuçta rahmete layık görülmedi ve kovuldu.
Adem a.s. demişti ki: “Allahım, suçluyum. Ben düş­kün kuluna acı! Kendimize zulmettik. Bizi affetmezsen, bize acımazsan zarar görenlerden olacağımıza şüphe yoktur. ” (A’raf, 23)
Yani demiş oldu ki: “Kusurlu olduğumu biliyo­
rum, suç işleyerek bizzat kendime zulmettim. Piş­manım, senden tarafa döndüm ve bütün kusurum­la sana sığındım. Sen acıyanların acıyanı, cömertle­rin cömerdisin. Merhamet edip bağışlayansın. Ziya­desiyle sabredensin. Ben günah işledim, suçumu bi­liyorum. Ey Yüce Mevlâm, beni bağışla. Sen cömertler cömerdisin.” (Garipnâme)
insan gaflete düşebilir. Unutabilir, hata yapabilir. Ama kibre düşmeden, inat etmeden hatamızı yürek­ten kabul eder ve O’na sığınırsak Rabbimiz affeder, bağışlar. Kullukta esas olan, kişin kendini tanımasıdır. Kendini tanıyan, zaaflarını, eksik olduğunu bilen kimse bu sayede kendinden Rabbine giden bir yol açar. Bu yolda Allah'a doğru ilerler. Allah onun sığınağı, dayana­ğı, güvenidir. Tevekkülü O’nadır. O’na muhtaç olduğu­nu ve ihtiyacını sadece O’nun gidereceğini bilir.
iman, ahlâk ve kanaat, akılla sıkı sıkıya irtibatlıdır. Kişinin, İçindeki yanlışa yönelten sese kulak tıkama­sı, daima güzel ahlâklı olması, ihlâsla ibadet edip kul­luk vazifelerini yerine getirmesi İnsanî aklın gereğidir. Aynı şekilde yanlışlardan utanmak, hayâ sahibi olmak da böyledir. Yaradılanı.Yaradan’dan dolayı sevmek, kalp kırmamak, daima doğru söylemek de akla işa­ret eder. Bunun aksi olan haller, kişiyi cihana padişah da yapsa ahmaklıktır. Çünkü, Allah korusun, sonunda İlâhi gazap vardır,
Fahr-i Kainât Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:
“Kim insanları hayra davet ederse, o kimseye ken­disine uyanların sevapları kadar sevap verilir. Onun se­vabı, uyanların sevaplarında hiçbir eksilmeye sebep ol­maz. Buna karşılık her kim sapıklığa yöneltirse ona da kendini izleyenlerin günahları kadar günah vardır. Davet edene yazılan bu günah onların günahlarından bir şey eksiltmez. ” (Müslim)
Demek ki yapıp ettiklerimiz başkalarını etkiliyorsa binlerce defa daha dikkatli olmamız lazım. Kendimizi kontrol ve murakabe altında tutmamız lazım. Bu da an­cak eksik ve kusurlu olduğumuzun idrakiyle mümkün olur. Nefsin isteklerimizin aldatıcı olduğunu bilmekle, kendimiz kolayca kandırabildiğinizi fark etmekle olur.
Kendini beğenmişlik, kibir ve kin, kontrol ve muraka­be dışı olma halidir. Bu halde kişi ne yaptığını bilmez, doğru olanı yalanlar, hak olanı İnkâr eder, hilekârlığa yönelir. Bütün bunlar mücellâ dinimizin öğrettiği ahlâkın tam zıddıdır. Müslümanlar arasındaki itimadı yok eder, kardeşliği engeller.
Fahr-i Alem Efendimiz s.a.v. buyurur ki:
“Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu düşmanına teslim etmez. Kim kardeşinin ihtiyacı­nı karşılarsa Allah da onun ihtiyacını karşılar. Her kim bir müslümandan sıkıntısını giderirse, Allah da buna karşı­lık ondan kıyamet gününün sıkıntılarından birini giderir. Her kim bir müslümanın aybını örterse Allah da kıyamet günü onun aybını örter. ’’ (Buharî, Müslim)
* * *
İnsan ömrü üç konaktan ibarettir. Bu konaklar ço­cukluk, gençlik ve ihtiyarlıktır. Ömür, ebediyet yolculu­ğumuzda tek sermayedir. Zamanı boş yere harcayıp zayi etmek, bir daha elimize geçmeyecek olan bu ser­mayeyi israf etmektir.
insan çocukken kaygılardan sıkıntılardan uzak bir şekilde yaşar. Ölüm düşüncesi yoktur, gece gündüz oyunla meşguldür. Hayatı oyun olarak algılar. Dün­ya nimeti için kaygılanmaz, ahlreti bilmez. Dostu düş­manı ayırt edemez, imanın ve inkârın da ne olduğu­nu bilmez. Kendini bilmediği gibi, Allah’ın emir ve ya­saklarından haberdar değildir. Zaten bundan sorum­lu da değildir. Bildiği sadece anne ve babasıdır. Onla­rın sağladığı güvenceyle bütün kaygı ve düşünceler­den uzak bir halde emniyet içinde olduğunu sanır. Ço­cukluk döneminin bu özelliği sebebiyle kişiye bu ça­ğından sorgu-sual olmaz. Bu dönemin yanlışları sebep olanlardan, özellikle anne babadan sorulur.
Gençlik yılları ise zevk ü sefa ile, gezip dolaşmak­la ve eğlenmekle geçer. Daha sonra mal mülk toplama telaşı başlar. Sıkıntıdan uzak, rahat ve güvenli bir hayat sürmek için gayret sarf eder. Heveslerine ulaşmak için çabalar. Bu çağda da ebedi hayat pek düşünülmez, bir gün yaşlılık düşüncesi uzaktır.
Fakat gençlik de hızla geçer gider, yaşlılık gelir. Güç­ten kuvvetten düşer. Otursa kalkacak güç bulamaz, kalksa gençliğindeki gibi iş yapamaz. Ancak insanın hırsı bitmez. Yine bağ bahçe, mal mülk peşinde ko­şar. iş güç, mal mülk, oğul kız derken dünyalık arzula­rına kavuşmadan, pek çok iş yarım kalmış olarak ömür biter.
Artık hesap zamanıdır. Kişiye ömür sermayesini ne yaptığı sorulur. Kulluk vazifesini yapıp yapmadığına ba­kılır. Dünyada kalan hiçbir şey; ne malı mülkü ne de ev­ladı fayda verir o kimseye. İnsan o zaman fark eder ki ömür bir rüzgâr esmiş gibi esip geçip gitmiştir. Artık pişman olsa da fayda vermez.
Fahr-i Kainat Efendimizin “Ölmeden önce ölünüz.’’ uyarısını pişmanlık zamanlarından önce akılda tutmak gerekir. Yani kabirde sorgu melekleri sigaya çekme­den önce kendi kendimizi hesaba çekmemiz gerekti­ğini, hataların ve yanlışların telafisi için zaman kaybet­meden işe koyulmak gerektiğini akletmek gerekir,
Evet; Cenab-ı Mevlâ, blzleri buraya ömrümüzü boşa harcamak için göndermedi.
Allah Rasulü s.a.v.’in şu müjdesiyle bitirelim:
“Kul günah işleyip peşinden:
Allahım! Günahımı affet, beni bağışla, diye dua et­tiğinde Allah Tealâ şöyle buyurur:
Kulum bir günah işledi, fakat günahını affedecek veya onu cezalandıracak bir Rabbi bulunduğunu bildi, der. •
Aynı kul, bir daha günah işleyip peşinden:
Ey Rabbim! Günahımı affet, diye dua ettiğinde yine Allah:
Kulum günah işledi, fakat günahını affedecek veya günahı sebebi ile cezalandıracak bir Rabbinin olduğu­nu bildi. ” der.
Aynı kul tekrar günah işleyip Rabbinden affını istedi­ğinde Allah şöyle buyurur:
Kulum günah işledi fakat günahını affedecek veya günahı sebebi ile cezalandıracak bir Rabbinin bulun­duğunu da unutmadı, Ben de onun günahını affettim. (Buharî, Müslim)
Bütün bu müjdeler bir uyanışa davettir. Ayağa kalk­maya, aczini itiraf etmeye, Alemlerin Rabbl’ne sığınma­ya davet. Bu davete cevap verenler elbette selamete erecek.
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle...
Kaynak:Semerkand Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Post Top Ad

Your Ad Spot

Sayfalar