Mübarek Erol ( Kendini Bilmek )
Mübarek Erol |
Her Güzellik Kendini Bilmekle Başlar
İnsanın eksiğini, hatasını bilmesi kadar güzel şey yoktur.
Yaratılmış olan eksiksiz olmaz. Ay-
rıca eksik olduğumuzu bilmek, bu şuurla hareket etmek,
mahrum olmak demek değildir. Asıl mahrumiyet Hakk’a teslim olmayıştır. Teslim
olan kişi ise hayrı Hak’tan kötülüğü de kendinden bilir. Bu kişi hata yapsa
bile sonunda tevbesl kabul edilir.
Yüce Mevlâ Kur’an-ı Kerim’de buyurmuştur:
“Sana bir iyilik gelirse Allah’tan, kötülük gelirse ken-
dindendir. ” (Nisa, 79)
insanın suçu kendi nefsinden bilmesi kulluk edebindir.
Yeter ki tevbe edip af dilemeyi bilsin, Fahr-i Kainat Efendimiz s.a.v. şöyle
buyurmuştur:
“Allah, gündüz günah işleyenlerin tevbe etmeleri için
geceleyin elini açar. Gece günah işleyenlerin tevbe etmeleri için de gündüz
elini açar. Bu durum güneşin battığı yerden doğmasına kadar devam eder. ” (Müslim)
Suçu Allah’a isnat eden affa layık olmaz, rahmete
kavuşamaz. Hz. Adem a.s, İle İblis’in durumları bunun en güzel misalidir. Her
ikisi de günah işlediler, Hz. Adem a.s. cennetten uzak düştü, hasret çekti.
Fakat af diledi, Allah’ın mağfiretine mazhar oldu, iblis ise isyanına devam
etti, suçu Allah’a yüklemeye kalkıştı, Böy- lece hatayı kendisinin yaptığını
kabul etmedi. Sonuçta rahmete layık görülmedi ve kovuldu.
Adem a.s. demişti ki: “Allahım, suçluyum. Ben düşkün kuluna
acı! Kendimize zulmettik. Bizi affetmezsen, bize acımazsan zarar görenlerden
olacağımıza şüphe yoktur. ” (A’raf, 23)
Yani demiş oldu ki: “Kusurlu olduğumu biliyo
rum, suç işleyerek bizzat kendime zulmettim. Pişmanım,
senden tarafa döndüm ve bütün kusurumla sana sığındım. Sen acıyanların
acıyanı, cömertlerin cömerdisin. Merhamet edip bağışlayansın. Ziyadesiyle
sabredensin. Ben günah işledim, suçumu biliyorum. Ey Yüce Mevlâm, beni
bağışla. Sen cömertler cömerdisin.” (Garipnâme)
insan gaflete düşebilir. Unutabilir, hata yapabilir. Ama
kibre düşmeden, inat etmeden hatamızı yürekten kabul eder ve O’na sığınırsak
Rabbimiz affeder, bağışlar. Kullukta esas olan, kişin kendini tanımasıdır.
Kendini tanıyan, zaaflarını, eksik olduğunu bilen kimse bu sayede kendinden
Rabbine giden bir yol açar. Bu yolda Allah'a doğru ilerler. Allah onun
sığınağı, dayanağı, güvenidir. Tevekkülü O’nadır. O’na muhtaç olduğunu ve
ihtiyacını sadece O’nun gidereceğini bilir.
iman, ahlâk ve kanaat, akılla sıkı sıkıya irtibatlıdır.
Kişinin, İçindeki yanlışa yönelten sese kulak tıkaması, daima güzel ahlâklı
olması, ihlâsla ibadet edip kulluk vazifelerini yerine getirmesi İnsanî aklın
gereğidir. Aynı şekilde yanlışlardan utanmak, hayâ sahibi olmak da böyledir.
Yaradılanı.Yaradan’dan dolayı sevmek, kalp kırmamak, daima doğru söylemek de
akla işaret eder. Bunun aksi olan haller, kişiyi cihana padişah da yapsa
ahmaklıktır. Çünkü, Allah korusun, sonunda İlâhi gazap vardır,
Fahr-i Kainât Efendimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:
“Kim insanları hayra davet ederse, o kimseye kendisine
uyanların sevapları kadar sevap verilir. Onun sevabı, uyanların sevaplarında
hiçbir eksilmeye sebep olmaz. Buna karşılık her kim sapıklığa yöneltirse ona
da kendini izleyenlerin günahları kadar günah vardır. Davet edene yazılan bu
günah onların günahlarından bir şey eksiltmez. ” (Müslim)
Demek ki yapıp ettiklerimiz başkalarını etkiliyorsa binlerce
defa daha dikkatli olmamız lazım. Kendimizi kontrol ve murakabe altında
tutmamız lazım. Bu da ancak eksik ve kusurlu olduğumuzun idrakiyle mümkün
olur. Nefsin isteklerimizin aldatıcı olduğunu bilmekle, kendimiz kolayca
kandırabildiğinizi fark etmekle olur.
Kendini beğenmişlik, kibir ve kin, kontrol ve murakabe dışı
olma halidir. Bu halde kişi ne yaptığını bilmez, doğru olanı yalanlar, hak
olanı İnkâr eder, hilekârlığa yönelir. Bütün bunlar mücellâ dinimizin öğrettiği
ahlâkın tam zıddıdır. Müslümanlar arasındaki itimadı yok eder, kardeşliği
engeller.
Fahr-i Alem Efendimiz s.a.v. buyurur ki:
“Müslüman müslümanın kardeşidir, ona zulmetmez, onu
düşmanına teslim etmez. Kim kardeşinin ihtiyacını karşılarsa Allah da onun
ihtiyacını karşılar. Her kim bir müslümandan sıkıntısını giderirse, Allah da
buna karşılık ondan kıyamet gününün sıkıntılarından birini giderir. Her kim
bir müslümanın aybını örterse Allah da kıyamet günü onun aybını örter. ’’
(Buharî, Müslim)
* * *
İnsan ömrü üç konaktan ibarettir. Bu konaklar çocukluk,
gençlik ve ihtiyarlıktır. Ömür, ebediyet yolculuğumuzda tek sermayedir. Zamanı
boş yere harcayıp zayi etmek, bir daha elimize geçmeyecek olan bu sermayeyi
israf etmektir.
insan çocukken kaygılardan sıkıntılardan uzak bir şekilde
yaşar. Ölüm düşüncesi yoktur, gece gündüz oyunla meşguldür. Hayatı oyun olarak
algılar. Dünya nimeti için kaygılanmaz, ahlreti bilmez. Dostu düşmanı ayırt
edemez, imanın ve inkârın da ne olduğunu bilmez. Kendini bilmediği gibi,
Allah’ın emir ve yasaklarından haberdar değildir. Zaten bundan sorumlu da
değildir. Bildiği sadece anne ve babasıdır. Onların sağladığı güvenceyle bütün
kaygı ve düşüncelerden uzak bir halde emniyet içinde olduğunu sanır. Çocukluk
döneminin bu özelliği sebebiyle kişiye bu çağından sorgu-sual olmaz. Bu
dönemin yanlışları sebep olanlardan, özellikle anne babadan sorulur.
Gençlik yılları ise zevk ü sefa ile, gezip dolaşmakla ve
eğlenmekle geçer. Daha sonra mal mülk toplama telaşı başlar. Sıkıntıdan uzak,
rahat ve güvenli bir hayat sürmek için gayret sarf eder. Heveslerine ulaşmak
için çabalar. Bu çağda da ebedi hayat pek düşünülmez, bir gün yaşlılık
düşüncesi uzaktır.
Fakat gençlik de hızla geçer gider, yaşlılık gelir. Güçten
kuvvetten düşer. Otursa kalkacak güç bulamaz, kalksa gençliğindeki gibi iş
yapamaz. Ancak insanın hırsı bitmez. Yine bağ bahçe, mal mülk peşinde koşar.
iş güç, mal mülk, oğul kız derken dünyalık arzularına kavuşmadan, pek çok iş
yarım kalmış olarak ömür biter.
Artık hesap zamanıdır. Kişiye ömür sermayesini ne yaptığı
sorulur. Kulluk vazifesini yapıp yapmadığına bakılır. Dünyada kalan hiçbir
şey; ne malı mülkü ne de evladı fayda verir o kimseye. İnsan o zaman fark eder
ki ömür bir rüzgâr esmiş gibi esip geçip gitmiştir. Artık pişman olsa da fayda
vermez.
Fahr-i Kainat Efendimizin “Ölmeden önce ölünüz.’’ uyarısını
pişmanlık zamanlarından önce akılda tutmak gerekir. Yani kabirde sorgu
melekleri sigaya çekmeden önce kendi kendimizi hesaba çekmemiz gerektiğini,
hataların ve yanlışların telafisi için zaman kaybetmeden işe koyulmak
gerektiğini akletmek gerekir,
Evet; Cenab-ı Mevlâ, blzleri buraya ömrümüzü boşa harcamak
için göndermedi.
Allah Rasulü s.a.v.’in şu müjdesiyle bitirelim:
“Kul günah işleyip peşinden:
Allahım! Günahımı affet, beni bağışla, diye dua ettiğinde
Allah Tealâ şöyle buyurur:
Kulum bir günah işledi, fakat günahını affedecek veya onu
cezalandıracak bir Rabbi bulunduğunu bildi, der. •
Aynı kul, bir daha günah işleyip peşinden:
Ey Rabbim! Günahımı affet, diye dua ettiğinde yine Allah:
Kulum günah işledi, fakat günahını affedecek veya günahı
sebebi ile cezalandıracak bir Rabbinin olduğunu bildi. ” der.
Aynı kul tekrar günah işleyip Rabbinden affını istediğinde
Allah şöyle buyurur:
Kulum günah işledi fakat günahını affedecek veya günahı
sebebi ile cezalandıracak bir Rabbinin bulunduğunu da unutmadı, Ben de onun
günahını affettim. (Buharî, Müslim)
Bütün bu müjdeler bir uyanışa davettir. Ayağa kalkmaya,
aczini itiraf etmeye, Alemlerin Rabbl’ne sığınmaya davet. Bu davete cevap
verenler elbette selamete erecek.
Rabbimizin tevfik ve inayetiyle...
Kaynak:Semerkand Yayınları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder